Hürriyet

21 Aralık 2013 Cumartesi

balkon demirlikleri

Balkon demirliklerinin arasından ayaklarını sarkıtan çocuklardık

Gözümüz ufku bilmezdi

Türkülere eşlik edecek 

yaşa erişmemiştik henüz

Alfabenin 29 yalnızlığı 

varmış öyle duyardık  

En fazla tebessüm ederdik 

kendimize,


Büyüdük

Küçüldü elbiseler

Büyüdü ellerimiz 

Ayaklarımız sığmıyor artık balkon demirliklerine, kesip biçsem diyorum ellerimi sığsam çocukluğuma orada kalsam olmaz mı? Anne! 



 

20 Aralık 2013 Cuma

Babam'ın orta okul nasihati

Babam hep derdiki; “oğlum cebinde paran olsun. Her zaman olsun. Ucunu cebinden çıkar insanlar görsün. Ama harcama. İnsanlar senin ne kadar paran olduğunu bilmesinler. Ama o paranın ucunu hep görsünler.” 

İlk zamanlarda anlamamış, hatta babamın cimri bir insan olduğunu düşünmeye başlamıştım. Tabi bana bu nasihati ben daha 15 yaşındayken yapmıştı. Şimdi 24 yaşımın son günlerini yaşıyorum. Şimdi anlamaya başladım babamın ne demek istediğini. Orada konu para değildi. Orada konu hayatın ta kendisiydi. Bahsetmeye çalıştığı konuyu aşk özelinden açıklamak istiyorum. “Oğlum birini sevebilirsin, aşık olabilirsin hatta evlenebilirsin. Ama birine tüm sevgini veremezsin. Tüm benliğini birine teslim edemezsin. Birine tüm benliğini teslim etmek ruhunu teslim etmektir. Çünkü sevgininde, özleminde, hasretinde cebindeki para gibidir. Karşındaki insan ne kadar olduğunu asla bimemeli.”

İnsanlar asırlardır birbirlerini seviyorlar. Asırlardır büyük aşklar yaşanıyor. Seviliyor insanlar. Terkediliyor. Aldatılıyor. Çünkü insanlar sevgisini de özlemini de piyangodan çıkmış paraya benzetiyor. Hemen harcayıp bitirmek istiyor. Çünkü inanmıyor. Çünkü içindeki hevesi, heyecanı, birikmişleri bir an önce ortaya sermek istiyor. Tükeniyor herşey oracıkta. 

Birbirinize sevgi olarak sunduğunuz gerekçeler devamında ayrılık sebebiniz oluyor işte. 

Selam ederim.

19 Aralık 2013 Perşembe

Yorgan, ay ve desenler

Ayten,


Yatağımın hemen yanında pencere var. Geceleri uyandığımda ara ara,  penceremden yorganıma Ay'ın sönük görüntüsü çarpıyor. Sokak lambalarının ışığıyla karışan bir görüntü beliriyor yatağımın hemen üzerinde. Doğrulup düşünmeye bolca zamanım oluyor o vakitler. Geçmiş günlerin muhasebesi gelecek günlerin umuduyla karışıyor. Geçmişin korkuları kulaklarımda derin çınlamalara sebep olsada geleceğin vuku bulmayan gerçeği daha bir heyecanlı daha bir gizemli görünüyor bana. Gelecek olmayan şeylere gebe. İçinde tonlarca soru işareti var. Tonlarca hayal ve umut. 


Kimim kimsem yok. 

Gece uyanmalarım ve sabah kahvaltılarım var biraz. Kendi odamın bir kaç metra ferahlığı var işte. Bazen dar gelsede bazen meydan yerleri gibi kalabalık gelsede geceleri uyanıp biraz muhasebe yapmak iyi geliyor iki gözüm. Sana kızdığım zamanlarım oluyor. En çok onlara hayıflanıyorum. Diyorum keşke o kadar bağırmasam. Diyorum keşke onun istediği müziği açsaydım. Ne yani sen maç izlerken televizyonun önünden geçmen dünyanın sonu mu şevket. Olmuyor işte Ayten. Kızıyorum kendime. Sonra bunlar içimde büyüyor büyüyor. Sonra işte geceleri uyanıp ay ışığında kendi içimin muhasebesini tutuyorum. Geleceğimin güneşli sabahları sensin Ayten. Yine o gecelerden birinden ay ışığı yine yorganımın desenlerini okşuyor.  Doğrulup yine tekrar ediyorum. Tekrar ediyorum bir din gibi. Sana uyuyorum sonra. Sana, yani yastığımın soluna. Yastığımın içine gömüp kafamı; son düşüncelerime alkış tutuyorum. 


Tüm yollar, tüm gece uyanmaları, tüm yastıklar, tüm yorganlar ve desenler seni bana hatırlatan birer şiir, birer kitap, birer mısra..


Sana diyemediğim sözcüklerden öperim.


6 Aralık 2013 Cuma

Ya bir gün Ayten'i sevmekten vazgeçersen?

Ayten,

Yemeğimi yapıyor.
Gömleklerimi ütülüyor.
Bıdı bıdı yapmıyor.
Ellerimi tutuyor.
Öyle tutmak zorunda olduğu için değil.
Böyle kocaman bir gezende kaybolmaktan korkan küçük bir çocuğun babasının elini sıkıca tutması gibi tutuyor. Ellerim acıyor bazen. Ellerimin olduğunu hissediyorum onunla. Gece yatağa girince ellerime bakıyorum. Ya diyorum oğlum şevket haline şükret ellerini acıtana kadar sımsıkı tutan bir sevdiğin var. Haline şükret diyorum oğlum. Var ya Allah şahidim olsun. Ellerimle konuşuyorum sırf bu sebepten. Ayten görecek benim aklımdan şüphe edecek diye korkuyorum. Yatağın altında ellerime hesap soruyorum ben.. Ya kardeşim insanın eliyle ne zoru olabilir. Benim elimle zorum yok. Seviyorum ben ellerimi. Bazen abarttığımda oluyor tabi. Bak diyorum Ayten ellerimde senin el izin var. Ayten inanıyor buna biliyor musun. Vallaha inanıyor. Ya ben şimdi ellerimde izi olduğunu söylediğim bir kadına ki bu kadın buna tereddüt etmeden inanıyor. Nasıl derim ben bu kadını gün gelir sevmem diye.

Hele sus.
Kör oluruz.
Allah kör eder bizi benim canım.

Selam ederim.

21 Kasım 2013 Perşembe

Ayten biraz Zeytin

Ayten,

Bugünde sabah oldu. Bugünde seninle uyandım. Yatağımın çaprazında duran sehpanın hemen üstünde çivisine tutunamayıp düşen takvim var. Onu izliyordum bir süre ve içimden şükrediyorum. Televizyonun üzerindeki kültablasında çocukluğum duruyor; ”Misket”ler. Değişik renkte 29 tane misketim var. Her sabah uyanınca saymayı ihmal etmem. İnsanın geçmişi söz konusu olunca temkinli oluyor. Pür dikkat kesiliyor. Saydım, eksiksiz 29 tane misketim var. 

Kalkmam gerekiyor. Bugün yapmam gereken bir ton gereksiz iş var. Babamın kredi kartı borçları, annemin pike takımları, sınavlar ve not toplama telaşım. Hepsinden önce kahvaltı yapmam gerekiyor. Yüzümü yıkamam ve ekmek almam.. 

Yatağımı topladım şimdi. Nevresim takımlarım güzelmiş. Dünyanın en güzel renklerinden değişik desenler var. Özenle katladım. Yatağımın bir kenarına koydum. Yastığımın farklı desende olması da önemli bir ayrıntı.

Yüzümü yıkadım. Ocağa su koydum. Saate baktım; ”12:07” epey geç olmuş. Çoğu kurum öğle mesaisinde zaten. Rahatça hareket edebilirim. Müzik açtım. Şiir çıktı. ”Durma göğe bakalım” diyor. ”Serkan abi” Buzdolabından peyniri aldım o sırada, dilimledim tabağa koydum. ”Şimdi otobüs gelir biner gideriz. Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç” tabakta boynu bükük kaldı peynir dilimleri. Turgut Uyar'ı uğurladık ardından domatesleri dilimledim Tabakta tüm ihtişamıyla durmayı domatesler daha iyi beceriyor sanırım. Daha diri duruyorlar. Çay'ı demledim koydum hemen sağıma. Bardak ve şeker.. Zeytin için ayrı parantez açmak istiyorum. Sofraların ve kahvaltıların piri onlar..

Kahvaltıdan sonra masayı topladım. Odama geçtim giyindim hemen. Çoraplarımı bulmam bana vakit kaybettirdi. Sehpanın üzerinde duran takvimi aldım. Duvara astım. Döndüğümde orada tutunamayacağını biliyorum. Bugün 21 Kasım. Kopardım..

Ayten dedim içimden. Bugünde hayatımın bir parçası oldun. Ufak bir tebessüm ettim kafamı sallayarak. Parmaklarımda Zeytin kokusuyla takvim yaprağı var. Günün önermesi olarak kendime not:

Hayat fena halde Zeytin’e benzer Şevket..

Selam ederim.

16 Kasım 2013 Cumartesi

ayten biraz küpe

Ayten,

Yolcularken beni avucuma küpeni tutuşturmuştun. 
Al bunu sakla demiştin. Aldım sol iç cebime koydum.

Şimdi onunla avutuyorum kendimi.
En çokta geceleri.

Selam ederim.

9 Kasım 2013 Cumartesi

Ayten Ah!

Ayten,

Bütün koşullar bizi birarada tutmaya yer arıyor. Mevsim bile kışa az kaldı. Ellerini tutacak yer arıyorum İnan. Biraz daha seyahat edelim diye ineceğim durakları unutuyorum bazan. Metro ile tramvay arasındaki farkı sen bana anlat istiyorum. Geç kaldığında son otobüse beraber binelim. Son heyecanı kursağımızda yaşayalım diyorum. Sen şimdi bana diyeceksin ki Şevket şımarma! Ayten ben seninle seyahat etmekten başını otobüs camı yerine omzuma dayamaktan bahsediyorum.. Gayet makul istekler bunlar. Seni istemekte makul bir istek. 

Ayten,

Canım acırsa 
seni bir “Ah”ın 
yerine haykırmak istiyorum. 

Selam ederim.

7 Kasım 2013 Perşembe

Ayten, en çok!

Ayten,

En çok avuçlarım.
Üşüdüğümde avuçlarının arasına alır.
Nimet gibi öper koklar kollar.

En çok yüzüm.
Aynaya ihtiyacım yok.
Tüm gerçekleri yüzünden okuyabiliyorum.

En çok ayaklarım.
Yolda yürüyoruz misal.
Başım önümde izini bir ördek yavrusu gibi izlerim.

En çok omuzum.
Dünyanın tüm yükünü sağ omzuma yüklerim. Ayten gelir sol omzuma başını yaslar. Dünyanın gamı yükü pamuk şekeri olur bir çocuğun dudaklarına bulanır.

En çok diz kapaklarım.
Yemek yeriz misal.
Hararetli bir konuda konuşuruz.
Dizlerini hissedince dizlerim tüm tedavilere cevap vermeye başlar.

En çok kirpiklerim.
Salıncak kurup sallanır.

Derim dünya bu kadar.

Selam ederim.

2 Kasım 2013 Cumartesi

Hisler, kafalar ve kaşlar

Bir kuşun kanadına bakmaktan aciz hisler taşıyoruz omuzlarımızda. Göz kapaklarımız bize küskün halde açılıp örtünüyorlar. Hüzünlerimiz keza. 

Kaşlarımızın arasını her sene biraz daha küçültüyoruz. Her sene biraz daha büyüyoruz. Her sene biraz daha hınç besliyoruz kendimize. Kızgın suratların bedenleri oluveriyoruz. Bu sebepten kaşlarımızın arası hep biraz daha daralacak. 

Üstümüze diyorum kanepe kılıfı çeksek daha mı az kirleniriz. Daha mı az görünürün yamalarımız. Kimse bilmez. Sormaz kimse. Biz bir ömür hislerimize kılıf çekip dururuz. Onca yükün altında ezilmiş bir omuzun hikayesi olurmuyuz? 

Kafam karışık.
Dolu keza.
Kelimeleri bir araya getirmekten uzak.
Hislerimde cümlelerim gibi bölük pörçük. 

Selam ederim 

28 Ekim 2013 Pazartesi

Türkü,şiir ve Ayten

Ayten,

Türküler dinliyorum.
Sen aklıma düşme diye.
Yere yakın.


Şiirler okuyorum.
Özlemin üstüme varınca.
Yol boyu.

Kalem alıyorum.
Kağıt buluyorum.
Defterimden.
Ortaokul son.

Sen kokuyor.


Ayten içe doğru

Ayten,

Seni az az seviyorum.
Nabzım stabil.
Göz kapaklarımı tasarruflu kullanıyorum. 
Üç vakte kadar aşk. 
Yollar kapalı.

Seni az seviyorum.
Konum vermek gerekirse,
Sol kaburgamın altı.
Incitici cümleleri en üst rafa kaldırdım.
Seni kışlıkların yanına.

Seni seviyorum.
İçe doğru.
Tişörtlerim sen kokuyor.
Akşam gelirken manava uğra.
Ekmek al.

20 Ekim 2013 Pazar

Ayten'le muhalif olmak

Ayten,

Klasik müzik severdi.
Ben Arabesk dinlerdim.
Muhalif olduğumuz tek mesele müzik anlayışımızdı.

Sabahları uyanınca bilhassa derin tartışmalara girerdik. En tatlı sabahlardı. Yatağımızı toplamadan başlardık güne. Bazen ondan önce uyanır sevdiği bütün kasetleri saklardım. Uyanınca evin içini didik ederdi. Bulamazdı bir türlü. O gün kahvaltıyı Orhan Gencebay'la açardık. Kahvaltıda sonra bulaşıkları o yıkar ben durulardım. Pijamasını ıslatırdım bazen. Bunu bilinçli yapardım. Çok kızardı. Bahanem olurdu. Sarılmak için. Elleri deterjanlı sarılırdım ona. Deterjanlı ellerini yüzüme gözüme bular bende öc alırdı. Bazen tabakları kırdığımızda oluyordu. Tezgahtaki bulaşıkların hepsini kırmadığımıza o gün şükrediyorduk. Duş alıp. Çıkardım evden. İşe giderdim. Çıkmadan evvel sakladığım kasetlerin yerini söylerdim ona. Yüzünün ifadesi değişirdi. Yüzünün ifadesi de kapı aralığında kalırdı onunla. 
Tıpkı kasetleri gibi.

Ayten, benim kapı aralığında kalan yüz ifadem. Yüzünden öperim.

19 Ekim 2013 Cumartesi

Ayten biraz hayat

Ayten,

Bana yakışmayan o kadar fazla durumun içine itildim ki burdan buna dem vurmamın kimseye bir yararı olmayacak. Senden bahis açıldıkça mutfağa kaçıyorum. Buzdolabının raflarını yeniden diziyorum. Domatesler ayrı. Yeşillikler ayrı rafa. Bozulanlar çöpe. Keşke diyorum. Keşke benimde hislerim Bozdolabı raflarından oluşsa. Keşke senden öncesini ayrı. Seninle olanı ayrı. Senden sonrası ayrı rafa kaldırsam. Keşke bunlar düşüncede olup biten birer fikir olup kalsa. Öyle değil. İçerden sesleniyorlar bana. 
Gel diyorlar. Buzdolabının raflarını düzeltmiş odaya geri dönüyorum. Mutluymuşum gibi yapmaya devam ediyorum. Gülüyorum. Insanlarda gülüyor. Ne çok şey gülmek. 
Ne basit. Açıp içimi baksa biri. Buzdolabının en üst rafına kaldırır. Kışlık diye açmaz altı ay. Kanepede bile yalnızım. Yanımda kimse oturmuyor. Tam karşımda herkes. Tıpkı hayat gibi. Tıpkı sen gibi.

Göz hizamda olmasan keşke.

Omuz hizamda olmanı tercih ederim.

18 Ekim 2013 Cuma

Ayten biraz

Herkesin bir sevdiği yokmudur?

Benimde herkes kadar. 

Belki biraz fazlaca.

Ayten’in üstüme sinmişliği var.

Ellerime kollarıma bacaklarıma saç diplerime dokunmuşluğu var.

Yahu.

İnsan beraber yemek hazırladığı,

Bulaşık yıkadığı,

Kahvaltı yaptığı birini nasıl unutur?

İşte Ayten,

Bunların hepsinden biraz.

17 Ekim 2013 Perşembe

Ayten kim?

Ayten,

Bakıp bakıp uzaklara daldığım,

Gelmek için kendime ayağa kalktığım. Kızmasın diye vaktinden önce beklediğim, kızınca, almak için gönlünü sürahilerce su içtiğim. Böbrek taşlarıma ve kalp ağrıma lazer ışınlarıyla sevgi enjekte eden bir kadın. Sabah uyanınca tüm bunları yapmış olan bir kadın. Öğleden sonraları bana güneşin varlığını defterime çizerek anlatan sonra 365 gün yanımda sıkılmadan bekleyen bir kadın. Sıkılmak diyince şimdi aklıma geldi. Bizim kelime daarcığımızda “sıkılmak, üzülmek, aldatmak, kandırmak ve yalan” söylemek anca bir şiirin dizeleri olabilir. Kendi aramızda bu kelimeler hala vuku bulmadı. Bulmasın diye perhiz ettik kendimizi. Istikrarımızı devam ettiriyoruz. İlk okul yıllarından süre gelen birçok alışkanlığımız var. Ben boynumda cevşen diye Ayten ismini taşırım. Boynumda duran ip. Ilk okulda silgim kaybolmasın diye annemin boynuma astığı iptir. Silgi kayboldu ama Ayten kaybolmaz. 
Şimdi gündüz uykularımın yerine Ayten’e sözler bercesteler diziyorum. 
O vakit bir anlamı oluyor.

Ayten,

Bizim üst mahallede oturur.
 
Sevgi apartmanı No:1.
Balkondan bana bir bakışı var.
 Sanki dersin affet. 
Ayten diyorum. 
Seni o balkondan vinçle indireceğim. Gülüyorum. Kahkası mahallenin neşesine halay çektiriyor. Annem biliyor. Babam çaktırmıyor. Kardeşim tedbiri elden bırakma diyor. Ayten diyorum. Seni sevmekten korkuyorum. İnsan bir kadını aklın mantığının ötesinde nasıl sever. 
Ayten kirpik uçlarımdan öpüyor. 

Mahallenin öteki ucuna kadar kovalıyorum kendimi.
 Saatlerce kendimden haber alamadığım oluyor. 

Sen şimdi Ayten kim diye soruyorsun. 
Bu anlatabildiklerim.

Anlatamadıklarım var daha. 
Aklımı yitiririm. 
Selam ederim.

15 Ekim 2013 Salı

Ayten ve buzdolabı

Ayten,


Seni bebek mamasına bular yüzüme gözüme bularım. Seninle tarçınlı sıcak çikolatalar içerim. Buzdolabında dünden kalmış ne kadar yemek varsa ısıtır yeriz.

Kirli elbiselerimizi karıştırıp yıkarız.
Beyazlar ayrı.
Renkliler ayrı.
 Seni alır çamaşır ipine asarım. Hislerine kokulu mendiler işlerim. 
Can’ın istedi diye meyveli dondurma ararım gece 3’te. Bana ehemmiyetsiz sözler kurma. 
Al beni. Yastık kılıfı yap hislerine. Başını koy üstüme. 
Nefesin aksın bana doğru. 

En son seni düşündüğümde baş ağrım vardı. Dün gece idi. Annem rutin diyor. Ben Ayten diyorum. 
Senin marjinal faydan azalmasın diye adını periyordik zamanlarda zikrediyorum. Allah şahidim korkuyorum Ayten. Korkudan bazen çişim geliyor. Heyecanla karışık. Seni her düşündüğümde heyecanım benim odamın tavanına kafa atıyor. Baş ağrısı bu sebepten olabilir. Her neyse seninle bir Park’ta yada çay evinde karşılaşmak istiyorum. Bu bizi mümkün kılar. Bilirsin seninle yalnız kalmaktan korkarım. Korkarım çünkü kalbim bu heyecana müsait değil. Ölmek mantıklı bir ihtimal değil. Ayten, kendime ayakkabı aldım. Ama topuğuma vuruyor. Bugün gidip değiştireceğim. 

Geçerken sana uğrasam balkondan sarkıtırmısın sevgini.

Koklarım biraz. 

İşlerim rast gider.

Parmak uçlaçlarından öperim.

14 Ekim 2013 Pazartesi

Bu sabah Ayten

Ayten,

Bu sabah erken uyanmanın huzursuzluğunu yaşıyorum. Boynumda dünden kalan ağrı var. Başım zonkluyor. Yataktan doğrulup mutfağa gidiyorum. Yalnızlığıma bir bardak suyu ortak ediyorum. Ikincisini annemin hatrına içiyorum. Yine diyorum. Yine sabah oldu. Yine sancılı bir gecenin ertesi. Kahvaltılar çare değil. Çoraplar ve tostlar. Eski şarkılara yöneliyorum. Seni hatırlatan bütün şarkılar 90'larda yazılmış sanki. Yıldız Tilbe ve diğer şarkılar. Olmaz diyorum. Perdeleri açıyorum. Güneş annemin yüzü gibi kamaştırıyor gözlerimi. Dizlerim ısınıyor. Yüzüm ve yüreğim. Ayten seni ekolojik bir vaka olarak değerlendirmek gerek. Gözlerini ayrı diz kapaklarını ayrı incelemek gerek. Hepsi için ayrı ayrı şarkılar besteleyip klipler çekebiliriz. Seni bir şarkının sözlerine denk düşürüyorum Ayten. 

Ayten bu sabah simit yedim. İki tane. Tabağımda susamlar kalmıştı. 
İşret parmağımla tabağımda kalan susumları yemeye çalıştım. Ben kanaatkar bir insanım. Seni o susam taneleri kadar seviyorum. 

Müslüm Yüksel/Bu sabah Ayten.

13 Ekim 2013 Pazar

Galip

Üsküdar vapur iskelesinde oturmuş. Kredi kartlarımın borcunu nasıl öderim diye kara kara düşünmekteydim. Ailem sevdiklerim yetmezmiş gibi borçlarımıda ihmal etmeye başlamıştım. Elimdeki küçük not defterine büyükten küçüğe doğru borçlarımı tek tek yazdım. Onu ordan alıp diğerine ekliyorum. Diğerini öbürüne. Sonuç hep aynı. Kocaman bir eksi. Aradan kaç vapur gitti geldi hesap etmedim. Yanıma kaç çift oturdu. Kaç çifti uğurladım bilmiyorum. Sustum. Bekledim. Çay içmenin çözüm olabileceğine karar getirmiştim. Not defterine çay parasını eklemekti cabası. Hava açıktı. Sıcak bir istanbul günü. Kendimi denize atmanında çaresi yok. Şarkılar dinliyorum. Şarkılar biraz narkoz etkisi. Uyanıyorsun ardından. Büfeler var etrafta. Büfeler ne çok umut satar. Hemen ceplerimi kontrol ediyorum. Cüzdanım yerinde. Istanbul’a bahar akşam vakti gelir. Baharın adını bir sokağın girişinde rastlıyorum. Utanıp başını önüme eğiyor devam ediyorum yoluma. Ne uyanıyorum bilseniz. Bulunduğum yere mıhlanıp kalıyorum. Yanımda yeni çiftler oturuyor. Yeni yüzler her zaman baharın habercisidir. Her zaman. Telefonum çaldı. Kardeşim arıyordu. Abi. Hastayım. Yetiş.
Hastaneye gidiyorum. Adres şurası. 
Telefon kapandı. 
Kulaklarımın kızardığını hissettim.
Vapura atlayıp gittim hemen hastaneye. Vapurda üst katta oturdum. Zaman yavaş akmaya başladı adeta. Herkes herşey yavaş hareket ediyor. Herkes yavaş düşünüyor sanki. Vapur olduğundan çok yavaş. Algı yetimi yitirdiğimi düşündüm. Oturdum. Geçmesini bekledim. Vapur karşı tarafa geldiğinde kulaklarımda derin bir çınlama sesi vardı. Kulaklarımdaki kızarıklığın tüm bedenime yayıldığını hissediyordum. Indim. Koşmaya. Bir an önce hastaneye gitmek istiyorum. Kardeşim hastaydı. Bana ihtiyacı vardı. Kağıthane Devlet Hastanesi’ne vardığımda saat biraz geç olmuştu. Buldum kardeşimi sarıldım. Mahçup mahçup bana baktı. Ben ona baktım. Biraz ağladık. Tişörtüme yaşları bulandı. Aldım alnıma sürdüm. Kağıthane Devlet Hastanesi erkek müşahade odasında kardeşimle serumlar hakkında akademik kaynak oluşturulabilecek düzeyde sohbet ettik. Ağrısı geçmiş. Yüzü gülüyordu üstelik. Şimdi evdeyiz. Karşımda uyuyor. Bunları ona yazdığımdan habersiz. Bilse ağlardı. Bende ağlardım. Siz bilin istedim. Belki birlikte ağlarız. Kardeşlerinizi sevin. Onlar kredi kartı borçlarından çok daha mühim. 


9 Ekim 2013 Çarşamba

Ayten!

Seni alır yüreğime yüz görümlüğü diye takarım Ayten! Seni bir cümleye sığdırabilmenin sancısını yaşarım geceleri. Üzülürüm. Kahrolurum. Etimi kopartır. Lime ederim. Seni üzmeyi aklımın duraklarında bile indirmem. Yalnış otobüse bindirir. Farklı şehirlere, ilçelere, kasabalara köylere gönderirim. Bilirim Ayten! Sevmenin değer vermenin itilip kakılmanın o kekremsi tadını bilirim. Üstümde dünden kalan bozuk paralar gibi bilirim. Ellerimi her cebime soktuğumda oynar. Isıtırım. Sevseydin şayet. Senin ellerini ısıtırdım Ayten!

Biz henüz 10 yaşına bile basmadan Bayram sabahlarında en güzel elbiselerimi giyer. Dedemin elini öpmek için sıraya girerdim. Şimdi bankalar bize kredi versin diye sıraya giriyoruz. Azaldı Ayten! Herşey azaldı. Dedeler azaldı. Bayram sabahları azaldı. Limon kolonyaları azaldı. Bayram harçlığıyla aldığımız gofretler, bisküviler ve arasına koymak için lokumlar azaldı. 

Bende azaldım Ayten!
Seni beklemekten. Olmayan sevgini kapında dilenmekten, kapımı sen diye açıp faturaları görmekten bende azaldım Ayten! 

Bak Ayten!
“Şarkı dinlemek istemiyorum ben. Şarkı söylemek istiyorum.” 

Sevgiyle.

5 Ekim 2013 Cumartesi

Kaos

Sen şimdi olmasan ne olur?
..olmaz.

Çünkü akraba evlilikleri artar. 
Ülke kaosun eşiğine gelir. 
Annem gömleklerimi ütülemez. 
Resulullah beni affeder.
Dinlendiğim bütün şarkıları en az iki kere dinlerim. En az iki kere yaparım kahvaltıları. En az iki kere uyur hiç uyanmam. Anneme aldığım papatya özlü çayın tadı olmaz. Arabada sigara içmenin tadı olmaz. Gittiğin yerle varacağın yerin yolları tadilatta olur. Ben tuhafiye işine girerim. Şimdi sen olmasan olmaz. 
Şimdi senin olmaman olmaz. 

Evet en az iki kere.
En az iki kere tekrar ederim ben kelimeleri cümleleri. ..

4 Ekim 2013 Cuma

Kelebek

Bir adam bir düş gördü gece.
Düşünde Kelebekler vardı.
Her kelebeğin bir adı. 
Birçok rengi vardı.

Kırmızı.
Sarı.
Mavi.

Kelebek

Bir adam bir düş gördü gece.
Düşünde Kelebekler vardı.
Her kelebeğin bir adı. 
Birçok rengi vardı.

Kırmızı.
Sarı.
Mavi.

3 Ekim 2013 Perşembe

Monologlar

“Ne zaman sevmek hakkında düşünsem işe geç kalıyorum. Hüzünleniyorum. Durakta bekleyen kim varsa o an ortak ediyorum hüznüme. Hergün durakta hüznüme ortak ettiğim insan sayısı artıyor. Bu sabah 37. Kişiyi ortak ettim. Orta yaşın biraz üstünde hafif kırlaşmış saçları ve adres tarif etmeye hevesli,kendi tarzını beyaz çoraplarında apaçık yansıtmış bir adam. Adam dediğime bakma hüzün abidesi. Ne vakit biri bana kıymetten bahsetse aklıma hep o duraktaki insanlar gelir. Hepside kıymet vermiş. Hepside orta yaş sendromu yaşamakta.”


1 Ekim 2013 Salı

Ankara

Sen bana çocuklarımdan daha fazla kıymet verdin Gülendam. Benim çorabımın tekini aradın evin en ücra yerlerinde. Buldun. Yıkadın. Giydirdin. Sana nasıl gönül koyarım. Çocuklarım beni aramazken sen durdun arkamda. Sen bana ses oldun. Sen akıl oldun düştün önüme. Aha bu gittiğim yol gibi pak. Şimdi otobüsün en ön koltuğundayım. Yanım boş. Konuştuğumuz her an aramıza mesafeler giriyor. Sesinin tonuda giderek uzaklaşıyor sanki. Farkettin mi?  Şimdi gidiyorum ama aklım sende Gülendam. Bavulumu karıştırırken farkketim demin. Sana çakmak almıştım iki tane. Vermeyi unuttum. Nasıl üzüldüm bir bilsen. En sevdiğin renklerden aldım. Kırmızı ve yeşil. Çok kalmam dönerim yakında. Çakmakları da sana dönünce veririm. Hoşçakal.

18 Eylül 2013 Çarşamba

Ağaç

Bir ağacın gölgesindeyiz. Üzeyir abi. Gidiyoruz. Hesaplar tutmadı yine.  Kabul olsun diye dualarımız kokulu mendillere yazdık satır satır. Yetmedi içimizden okuduk. En baba mesleğimiz bu bizim. Sevmedi diye bir kadına şiirler yazdık. Şimdi tüm ağaçlar,kadınlar ve şiirler renkli birer kumaş parçası..

7 Eylül 2013 Cumartesi

monologlar

İnsan unutmaz! Evlat.Dedi.


Masadan doğruldu. Ezan okundu tam o esnada. Kendisine çeki düzen verdi. Etrafına bakındı bir süre. Çayın kaşığıyla bardağın etrafına yuvarlaklar çiziyordu. Başı sağa eğikti. Tıraş olmuş. En sevdiği gömleği giymişti bugün. Hava kapalıydı. Sokağın sonundaki çay evinde oturuyorduk. Derin nefesler alıp veriyordu. Kim bilir nefes alırken neleri çekiyordu içine. 

Bir süre çay kaşığını izledim. Hayatımın etrafına çay kaşığıyla yuvarlaklar çizdim bende. Bir süre hiç konuşmadık. Tüm bunlar olurken  Ezanın bitti. Devam etti sonra.

"İnsan unutmaz.
Sadece erteler" 
Evlat!

Sonra beni masada öylece bırakıp gitti. Bende çay kaşığıyla hayatımın etrafına yuvarlaklar çizmeye devam ettim. 

3 Eylül 2013 Salı

Ortadoğu;Tarihin silik sayfası

*''Bilmediğin daha önemli birşey var ahbap!''
dönüp, ''Neymiş o?'' der gibi baktı.
'' Başrolde daima müslümanlar vardır..'' 
 
...
 
Orta doğu konu başlığının altına kan'dan başka yazılacak kelimeler sıralansa
genelikle birbirinin muadili olmayan kelimeler yazılır.
Çünkü literatürde ve sözlüklerde karşılığı yoktur.
Ölüm gibi. Katliam gibi.Vahşet gibi.
Ölümün,Katliamın ve Vahşetin karşılığı olur mu yahu.
Olmaz.
Yok olur belki.
Bu tabutta öylece duran bir ölüye haksızlık olmaz mı?
Fazla empatiden öldü dediler.
Yanında geçtiğim mahalle berberi..

Ölümün tarifini yapmak isteyenlerin (Aklıma burada Abidin geliyor. Meşhur tablosu ve yataktan sarkan çocuk ayakları. Abidin diyorum. Abidin bana bakıyor.Resmini çiz. Mutluluğun resmini çiz diyorum içimden kısık kelimelerle. Abidin. O koca adam. O adam başını önüne eğiyor.Dizlerini izliyor. Abidin dizlerini izliyor. ) en popüler mecrası Orta Doğu.

Genellikle ve çoğu zaman korkunun her manada kendini hissettirdiği,
toprak kokusuyla karışık kan kokusunun etrafta satıldığı haritanın silik çocuğu.
Silik çocuğu diyorum. Bu tanım bende tam olmasada NEREDEYSE karşılık buluyor.
Bu tanım bir çok insanda karşılık bulmuyor belki.
Ölüm var diyor annem. Ölüm. Ağlıyor. Anlamını bilmediği dualarını sıralıyor içinden.
Alnı o vakit secdeye daha bir ağır iniyor.
İniyor. Kalkmıyor.
Bütün dualar biraz ağırdır. Bütün anneler biraz unutkan.
Söz konusu Orta Doğu olunca.


Orta Doğu bugünlerde bir bir eksiliyor. Takvim yapraklarından daha çabuk hemde.
İnsanlar ölüyor. Anneler,Babalar, En çokta çocuklar.
Hanüz ellerini tanımışken bir çocuk
toprağa gidiyor.
Bir pazar sabahı kahvaltısının
Öğlen yemeğinin ve akşam yemeğinin manasını bilmeden bir çocuk..
Üstüne hayal kuracağı bir defteri olmadan.
Tahta kalemlerini bırakıp enkazda bir yerlerde gidiyor..
Camiler dolup taşıyor bu günlerde Orta Doğu'da.
Camiler bu günlerde dolup taşıyor beyaz kefen giydirilmiş çocuk bedenlerde.
 
Camiler ki bir çocuğun kıkırdaması..
 
Başında sarık var Babaların.
Kenarına silmekten yıpranmış yaşları..
Ağlamaktan gözlerinin çukuruna derin sondaj çalışması yapılmış bir sürü baba var.
Avuç içlerine ölüm kokusu sinmiş.
Güç bela babaların.
 
Anneler var.
İçlerinde harfiyat çalışması var.
İçlerini boşaltıyorlar.
Ağır vasıtalara giriş yasak.
Ağır vasıtalardan yer yok.
Hisleri var annelerin.
Hislerine beton dökülmüş.
İçi kendine ağır anneler.


Orta doğu; Tarihin en silik sayfalarından biri.
Ailesi tarafından istenmeyen bir kız çocuğu.
Yırtık üstü başı. Ve kirli.
Orta Doğu kelimesi sadece okullarda konu başlığı olarak tahtanın sağ üst köşesinde yer alsa keşke.
Ve biz sadece ders olduğu için dudak büksek..

25 Ağustos 2013 Pazar

Kanepe

Sabahın ilk ışıkları zemin kat odama güç bela giriyor. Kolaylık olsun diye pencereleri ardına kadar açıyorum. Üstüm başım geceden kalma. Yorgunum.   Fena yorgunum. Müzik diyorum. Çare müzik. Kanepemin yanında hemen. Uzanıp açıyorum. Çalıyor. Kanepeye uzanıyorum. Yüzüm dışarı dönük. Yüzüm güneşe..Sabahın ilk ışıklarını yüzüme sürüyorum. Gözlerimi kapamayı deniyorum. İçimden bir ses kesiliyor yüksek sesle. Aç diyor. Aç gözlerini.
Aç ki açlığını unut. Aç ki açlığını unutsun istanbul. Gri geceler yok. Sabahlar var. Sabahlar ki zemin kat yalnızlığı doldursun içine.. Ayaklar geçiyor. Bacaklar.. Erkek bacakları.. Kadın bacakları.. Fena halde çocuk bacakları.. Gözlerimden.. Göğsümden.. 

Doğruldum. 
Karşı kanepenin yalnızlığına baktım. 
Gözlerimi kıstım ve İçimden..

Karşı kanepeye
Derin ve münasebetsizce bir özlem duydum..


16 Ağustos 2013 Cuma

Kıyamet

Sen susma. 

Sen susunca etraf karanlık.

Etraf bi ton kıyamet..

Müslüm Yüksel/kıyamet

13 Ağustos 2013 Salı

Ağaç

Seni bir ağacın gölgesine denk düşürüyorum. Akşam üstleri..
Gözlerim diyorum. Gözlerim,
bir ağacın köklerine eğiliyor. 

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Karpuz.

Misal kırmızı ışıktasın. 
Ve yahut ameliyat masasında. 
İzahını yapamıyorsun. Varacağın yerede çok var. İçinden yanındaki kadına 
“Bu durumların karşılığı yok." Diyorsun.
Ancak kamyon kasasında teşhir edilmeyi bekleyen bir karpuz yarısı olarak anlaşabiliriz. 

Kadın içinden; 
“Gülümsüyor"
ama içinden..

24 Temmuz 2013 Çarşamba

klozet kapağına uçan tekme atan adam

Yoldan geçerken trafik kazalarına şahit olanlar ve film izleyenler bilir.
Kişi aşırı hız ve dikkatsizlik sonucu olay yerinde can vermiştir. Belki ölü sayısı çok fazla ise habere konu edilir. Ailesi polis memurundan alır ölüm haberini. Çocukları varsa telefon meşgul çalar. Ve baba uzun bir seyahate çıkmıştır. Kadın vardır. 
Kadın hep ardında kalandır. Sen hesabı sadece Tanrı’ya verirsin. O bütün konu komşuya ve ev sahibine.
Adının en bilindik kenarına hemen soluna, kalbine yakın olan tarafına “dul" ibaresi eklenir. Kendini bir başka keşmekeş telaşenin içinde buluverir. Kadın tüm bilindik şiirlerin konusudur. Kahramanıdır.
Ve yahut en sevilen annedir.
Baba henüz yerde cansız bedeni dururken kenarda yoldan geçen küçük bir çocuk vardır. Günün en sıcak saatleridir. Banka memurları kravatlarını düzeltir. Şöförler yalnış durakta duranlara yol tarif eder. Birisi henüz yiyemediği simidin hesabını kendine sorar. Dünden kalan bir kir kalmıştır kiminin beyaz gömleğinde. O çocuk bütün bunlar sürüp giderken ölen adamın üstünde ki gazete küpürünü inceler.
Herseyden habersiz ve ilgisiz.

IBazen kendimi o gazete küpüründeki bir haber olarak düşünüyorum. Bazen o gazete kupürünün kendisi. Bazende o gazete kupürünün altındaki cansız beden..

Müslüm Yüksel/ klozet kapağına uçan tekme atan adam

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Dışarı baktı kısık gözlerle..
Baktı göğe.
Kapıya baktı.

Taşrada bir kasabada rastlamıştı.
Uzun ellerinden yakalamıştı. 
Susmuştu. Akşam üzeri konuşmuş gibiydi. Akşam üzeri kokuyordu adam.

5 Temmuz 2013 Cuma

aynı anda

Seni tam karşımda görünce;
Bütün spot lambalarına küsüyorum.
Alnımda oluşan ter cumhuriyeti 
aynı anda isyan bayraklarını çekiyorlar.
Hücum ediyorlar aynı anda göz çukurlarıma.
Muhalif iki grubun buluşmasına tanık oluyor tüm dünya.
Darbe asıl şimdi meşru bir zemin kazandı.
İnsanlar buna ağlamak diyorlar.

ben ise 
seni tam karşımda görünce.

21 Haziran 2013 Cuma

Hidrojen

Haftabaşı sendromunu Türk Sanat Musikisi dinleyerek karşılıyorum.
Kendimle çeliştiğimde oluyor.
Balkonda çekirdek çitlediğimde.
İçi dolu bir sürahiyi devirdiğimde
oluyor benim.

Ayırdığımda oluyor.
Hidrojen'i bir oksijenden.

Sokrates'i dinlediğimde oluyor benim.
Bizim köyün meydanında.
Muhtarın kapı komşusu mesela.
Seneler reçel kıvamında mübarek.
Seçimlere şunun şurasında 40 gün var.

''Sakıncası yoksa''
sözleriyle cümleye başlayan bir neslin bekçisiyim.
Evvela geçmişimi bilirim.
Geçmişim benim suretimdir.
Hatırlarım, 
babamızdan yediğimiz kötekleri.
Ardı ardına gelen yumruk kıvamında sözler.
Sözler ki,
ağır yaralı bir kamyon şöförüne yapılmış pansuman.
Teselli bir annenin dudaklarına o vakit
sürülmüş en taze bal.

En elzem mevzular,
odun sobasınının etrafında konuşulur!

19 Haziran 2013 Çarşamba

geleceğe çivi çakmak

Geleceğim konusu mevzuya bahis olunca susturulmuş silahlara kafa atasım geliyor.
Suçlu olmakla imarsız alana inşaat çalışması yapmak aynı ölçüde.
Suçun mahalli değişiyor sadece.

Diplomamı evin en çivisiz duvarına astım.
Karşısında çay demleyip, bisküvi yiyorum.
Arada yaşam alanım genişlesin diye bakkaldan borç yapıyorum.
Nilüfer dinliyorum.
"Bir ümit ver,bir teselli ver"
Diyor.
Gerisin geri gidiyorum.
Günler aylar kadar öncesine.
Şarkıda bahsi geçen teselli kelimesinin gönlüme salıncak kurduğu zamanlara gidiyorum. Sevdiğim kadının ağzından çıktı diye ben teselliyi gönlüme çivilediğimi bilirim. Yanıldığımla kaldım. Acınası halimin çaresi yok kelebek kardeş. 

Geri dönüşüme müsait insanlardan olamadım. Hislerim konusunda keza.
En içten dileklerimi bir kadına sunmadan bölüm sonu geldi. 
"Ümit" kelimesini daha ziyade bir isim olarak düşünebiliriz.



15 Haziran 2013 Cumartesi

kadın

Kadın gülünce!

adam,
kendi içimde muhalif düşünceleri olan başka adamlara bölünüyor.



Denebilir ki!

Denebilir ki,

Suretin,geleceğime saplanmış bir kıymık parçası
Adın, ilk okul defterimin arasında tazeliğini koruyor
tüm ihtişamıyla.

Elbette gereklidir tebeşirler,
beyazdır.
Parmaklarına bulanır.
Gülüşün vardır.
Gülüşüne eklediğim manalar vardır.
Envai çeşitten.
Bu tüm manifaturacılara karşı durmaktır.
Tüm kanun kaçaklarına 
ve kombine kartlarına.

Seni bir haritanın içine hapsetmeyi dilerdim.
Ağaçlar içimizden geçsin diye.



14 Haziran 2013 Cuma

Muhalif

Bir kadının zamanlama konusundaki hassasiyetini cetvelle ölçemezsin!
Bu cümlenin ilk harfini küçük yazmaya benzer.

Derin güçler.
Muhalif aşklara gebedir.

..

13 Haziran 2013 Perşembe

Üçüncü göz ve hurafeler

Üçüncü göz ve hurafeler 

Kendi zayıflığını bir başkasının gücüyle ikame edemezsin.
Elbette mümkündür tahta kalemlerle ağaçlar çizmek.
Zayıflığıyla bir serçenin alay edilmez.
Bu topluma karşı durmaktır.
Dağın ardı sis.
Duvarların ardı melodi.

Düşlerinden söz edince söğüdün yaprakları kamyon çarpmışa döndü.
Yüklemler içinde bulundukları cümleleri terk etmeye başladılar birer birer.
Hükümet kanadından incitici sözler birbiri ardına gelmeye başladı.
Aşağı mahallenin delikanlıları can güvenlikleri olmadıkları gerekçesiyle çay evlerine iltica ettiler.
Sözlerimin hükmü yok.
Anayasal haklarımın pratikteki karşılığı şike davasında uzun yıllar hak mahrumiyeti aldı.
Yaz bahar gelsede felsefe yapsak
bülbül konacak dal arar!

4 Haziran 2013 Salı

Gülüşün ve kelebeğin sınavla imtihanı.

Masamın kenarında BİM'den aldığımız alışveriş fişi var.
Ben bir yanımla sana burada neler yazmam gerektiğini sıralıyorum aklımda.
Sıralarken bazen yetişemiyorum.
Unutuyorum arada.
Arada ben birçok şeyi unutuyorum.
Unutmak eylemi bende fazla tekrar eden bir durum.
Durumlar öyle gerekti bende fikrimce yettiği kadar direndim.
Direnmek bugünlerde duyduğum en gerekli kelimelerin başında geliyor.
İnsanlar kendi özgürlükleri için sokağa çıktılar.
Birlikte bir araya gelince neler başarabileceklerini gösterdiler herkese.
Her nekadar yasaklar ve sansürler olsada.
Her nekadar provokasyon ve şiddet olsada!
Belli açılardan bakınca insan kendini eksik görüyor kimi durumlar için.
Bazen de fazla.
''de'' ekini cümle içinde nasıl kullanacağım konusunda kamyonlarca belirsizliğim var.
Sahi ben en son ne zaman birine uzun cümleler kurdum ki.
Babamla ilişkimiz belli zamanlar platonik bir hal alıyor.
Belli zamanlarda kendi aramızda bölüşüyoruz sevgimizi.
Annem bir ayrı dünya.
O amortiden çıkıyor.
Bir kelebek ben sana bu cümleyi yazarken florasan ışığımızın etrafında dört dönüyor.
Belli ki başka takıntıları yok.
Bir kelebeğin üniversite sınavına girdiğini düşünsene.
Mezun olduğunu ve sigortalı bir işe girdiğini.
Bugün hayatımın belirsizliklerine bir yenisi eklediğim bir gün.
Bir kelebeğin insan oluşunu düşünüyorum.
Belli açılardan hayata yorum katmak gerekir.
Camide ön saflarda namaz kılma girişimlerim sonuçsuz kalıyor.
Terliklerimi çalıyorlar.
Yan dairede iki aile arasında bilinmeyen bir sebepten hunharca sevgi patlaması yaşanıyor.
Aile fertleri durduk yere birbirine sarılıyor.
İnsanlık bu durum karşısında çaresiz.
Keşke insanlık bu durumlar karşısında çaresiz kalsa.
Ya da yok çaresiz kalmasa.
Tutup hemen yanındakine sarılsa
elindeki telefonu bırakarak.
Üzüntülerime ortak olmanı isterim.
Öyle ortak ol isterim ki.
Kopartılması güç olsun.
Matkapla delsinler bizi.
Bütün dünya hayretlere kapılsın.
Buldozerler üstümüzden geçsin ama çözemesinler.
Kendi içimde yaşamamın bir sonucu bunlar.
Dünyanın hergün etrafında döndüğü bir sistem var.
Yalnış yazılmış cümlelerin devamı yok.
Üstümü kırmızı kalemlerle çizilmiş.
Bütün diziler müstehcen.
Bütün babalar iyi.
Kaldı ki.
Yok neyse kalma.
Sen benim yan masamda tanımadığım
boynuna sarıldığım.
Kokusunu duyduğum.
İç organlarıma hükmeden
beynimin muadilisin.
Adını cümle içinde telafuz etti diye bir kedi.
Bütün kediler gaz bombası attım.
Bütün kediler adını zikretmeye meyledemez.
Sana bu yazıyı ilk okul hocamdan yediğim dayaktan sonra yazıyorum.
Elektrikler kesildikten sonra ya da.
Bütün iletişim kanalları kapatılmış bir parkın girişinden yazıyorum.
En fiyakalı yalnızlıklar dolmuş durağında başlar..
Lütfen çimlere özenle basınız!
Bu yazıyı sana yazdım.
Yanı senin için evet
yani seni niyet ederek yazdım,
konu komşu uyurken.

28 Mayıs 2013 Salı

kalibre

Atış poligonuna mandalla asılan kelebek.

Bilirsiniz.
Karanlıkta umutlar körelir. 
Kendine söz geçiremeyen adamın halinden yine aynı kalibrede 
kendine denk bir başka adam eşlik eder.

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Kağıt harita

Hayallerinden bahsediyordu bana.
Evin köşesindeki kafede oturuyorduk. 
Şirin masa örtülerdi vardı.
Müzikleri insanın bir an önce sıkıntılarını kusmaları adına düzenlenmişti sanki.
Karşımda durmuş. 
Eli yanağında,gözleri uzaklarda 
anlatmaya başladı.
Bir haritanın varlığından bahsetti.
Üstünde bir kadın bir erkek
anlaşılan epeyce mutluydular.
Bisikletle kağıt haritanın üzerinde öylece geziniyorlar.

İki çay istedim ben o esnada.
Müzik değişmişti.

Sözler ve birtakım deneyimler ve Özdemir.

Sözlerden ve birtakım deneyimlerden söz açıldı.
Eşiyle yaşadığı sorunların haddi hesabı yok. Burdan anlatsam meclise kadar yolu var dedi.
İçindeki burukluk ses tonuna bile yansımıştı. Kesik kesik anlatırdı.
Bazen bir anda sağanak şeklinde.
Sabah erken uyanmanın dezavantajı günün uzun geçeceği gerçeğiydi.
Bütün bereketler ve kapı komşuları.
Söz konusu eşi olunca konuyu zihinlerde daha fazla yer etmesi açısından örnekle açıklama gereği hisseti. Bu konuda kimseyi yanıltmak niyetinde değildi.
Nede olsa sahnede yapılamaz bir hata.
Sabah uyandığımda kendimi güneşin o kavurucu sıcağı karşısında bi çare hissettim.
Kahvaltı yapmanın alternatif bir etkinlik olacağını düşünüp mutfağa yöneldim.
Adımlarım güneşin ışığına karışınca çocukluğumu hatırlardım.
Anneanemi ve kapı girişindeki el yapımı kilimi.
Bizim hayvalara saygımız sonsuzdu eskiden.
Bilhasa anneanemin.
Mutfakta kahvaltı hazırlama seansım
güneşin kaybolmasıyla devam etti.
Ardından yağmur bastırdı.
Müziğin nakarat kısmına denk gelmişti.

Özdemir'i düşündü.
Elinde bıçakla domatesleri dilimlerken.
Ayağında terliksiz dolaşmaktan fena haz alırdı.
Yüksek sesle konuşmak gibi aykırı bir huyu vardı.
Bunu göğsünü gere gere yapardı.
Sandalyeyi aradı gözü 
oturdu.
Tuhaftır.
Ben Özdemir'le ilgili bir aktiviteye karar versem 
her defasında oturma ihtiyacı hissediyorum dedi.
Bütün toplumsal gerçeklerin ışığında.
Özdemir beni güçsüzleştiriyor.
Cümle kuramaz hale geliyorum.
Bir dayanağa 
biraz güce ihtiyaç duyuyorum.

Yabancı şarkılara eşlik etmeyi çok heves etmişti.
Anneannesinin kilimine 
ihtiyaç sahiplerine 
ve mp3 çalarlara.

Özdemir bende
sandalyeye oturma ihtiyacı hissetiriyor.
Güneş varken
bütün bulucinlerin ışığında
yağmur yağıyor.

Özlemlerim bir an'da bulutlara karışıyor.
Sahi mutfak tezgahında çorabımın ne işi var.

24 Mayıs 2013 Cuma

Alip sel'in Bank'larla münasebeti

İki durak sonra inmeye karar verdi Alip.
Arkadaşları gitmesi konusunda ısrarcı davranınca kıramamıştı.
Yanında oturan orta yaşlı teyzeyi kısık gözlerle izliyordu. Zaman dedi kendine.
Ne çabuk geçiyor. İki durak arası mesafeden daha az.
Mutlu sonlara alışık değildi.
Kederli vedalardan haz alırdı.
Annesinin ölümü en popüler vedaydı.
Buna alışması epey zamanını almıştı.
Durakta indi.
Bir süre durakta bir banka oturup düşündü. 
Daha önce oraya oturmuş insanları hayal etti bir mühlet.
Neler düşündüklerini.
Neler yaşadıklarını..
Evden çıkmadan önce üst komşusuna uğramış bir süre sohbet etmişlerdi.
Kendi başına kararlar almak her zaman zor olmuştu.
Üst komşusu böyle durumlarda akıl hocası olurdu.
Gidip gitmeme konusunda kararsızdı.
Bir süre sohbet ettiler.
Neler konuşuldu bilinmez ama gitme konusunda ikna olmuştu alip.
Şimdi bankta oturmuş etrafını öylece izliyordu.
Buluşma yeri az ötede bir mekanda gerçekleşecekti.
Gelmişken evin doğalgaz faturasını da yatırayım dedi.
Henüz vakit vardı. 
İşini hallettikten sonra buluşma yerine gitti.
Yine bir bankta oturdu 
Ve beklemeye koyuldu.
Elinde doğalgaz faturasının makbuzu vardı.
Güneşli bir gündü 
Beklemek daha ziyade 
Kıymete binmişti.

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Sahici şarkılar sende en sevdiğim tişört gibi duruyor.

Yüzümün diğer yarısına söz geçiremiyorum. Un ufak edilmiş cümleler kaldı kapı aralığında. Canının yandığını ve bunu ummadığını söyledi.
Hiçbir kişisel gelişim kitabında un ufak edilmiş sözlerden bahsedilmiyordu.
Yada yüzümün diğer yarısına söz geçiremiyor oluşumun bende yarattığı tahribatlara pansuman deva olmuyordu.
Duygularına ket vurmanın manası varmıydı. Evinin çatısında duran televizyon antenin bozulma sebebi beni ne derecede ilgilendirir. 
Sesli mesajlar ve balkon konuşmaları.
Öksürük şurubunu unutmuştun.
Bunca saatten sonra aklıma gelişinin tek sorumlusu öksürük şurubu.
Bunu hangi siyasi ideolojiyle açıklarsın.
Biten her şarkının sonunu sana halatla bağlayıp derin manalar çıkarmayı nasıl açıklarım.

Sahici şarkılar sende en sevdiğim tişört gibi duruyor. Up uzun bir günün ertesi yorgun argın işten dönen babama bir takım açıklamalarda bulunmam gerektiğinin farkındayım.
Sabah kahvaltıda annemin akşam ne yemek istersiniz sorusuna maruz kalmanın lüksünü yaşıyorum.
Sahici lüksler sabah kahvaltıda annenizle yaşadığınız diyaloglardır.

Pişmanlık dolu bir yüzde oluşan çizgiler cinayet mahalinde geğirmeye benzer.

Manzara ve sayısını unuttuğum ağaçlar

Manzara ile aramda otobüsün kirli camı vardı. O gün çok yorgundum.
Yıllar geçmiş kendimi unutmuştum sanki.
Kalbimin kırık olduğunu sadece otobüsün camı biliyordu. 
Aklımın içimden geçenlere bir tek o şahitti. 
Arka koltuktaki kadın alışveriş yapmıştı ve üst komşusuyla bunun münakaşasını yapıyordu.
Son model telefonuyla.
Manzara seyretmenin tek dezavantajı gözlerinin içinden geçip kaybolan yol kenarındaki ağaçlar sanırım.
Ağaçları saymamın telaşında oluyorsun bir mühlet sonra zaten bir yerde unutuyorsun.
Bu bir nevi kişiye sıkıntılardan uzakta durma yetisi kazandırıyor.
Yol bitiyor.
Otobüs yavaşlıyor.
Kendine sorduğun en soru;

Camda biriken terimi nasıl temizlemeliyim.

21 Mayıs 2013 Salı

İklim değişikleri ve Sokrates üzerine bir takım konuşmalar.

İklim değişikleri ve Sokrates üzerine bir takım konuşmalar.

Kalecinin tedirgin bakışları karşısında uykularım haram.
Sokrates ve Platon'un düzeyli ilişkiler karşısında hayretler içerisindeyim.
Sokrates kendisini öldürtmeye niyetliydi. Bunun için felsefe yapmaya karar vermişti.
Bu gerçeğin er yada geç karşısına çıkacağını biliyordu.
Kendi adına yazılı bir eseri yoktu.
İnsan aklının herşeye cevap olacağını söylüyordu.
Bütün gerçeklerin az ötesinde bu onun rasyonalist bir adam oluğunun kanıtıydı.
O gün gelip çattığında Sokrates tutuklandı.
Çünkü düşündüklerini insanlarla paylaşmak mevzusunda ağzı pek sıkı değildi.
Kötü sonu bildiği için Platon'u yanına öğrenci olarak aldı ve bildiklerini paylaştı.
Yargılandığı sırada bütün konuşmalarını Platon kaydetmiş ve arşivlemişti.
Düz burunlu kısa boylu çirkin bir insandı Sokrates
Gelecekte adından söz ettireceğinden emindi sanırım.
Kendisini ölüme mahkum ettiler.
Kendisine reva görülen buydu.
Düşündüğü ve bunu insanlarla paylaştığı için ölüme mahkum edilmişti.
Özür dilediğinde kendisinin affedileceğini söylemişlerdi.
Sokrates bunu kabul etmemiş ve öldürülmeden önce zehir içip kendi canını kıymıştı.
Evet bu Sokrates'in cesaretinin bir timsali.
Artık herkes rahattı.
Özellikle Sofistler.
Çünkü Sokrates bilgisini satmazdı.
Bu onun hayat görüşüne tersti.
Çünkü o bir filozoftu ve bunun ne demek olduğunun farkındaydı.
Sokaklar avareler gibi dolaşıp 
akşam dolmuşuna yetişmesi gerekirdi.
Öğrencisi Platon'la birlikte eve her gece çamur içinde ayakkabılarıyla girerlerdi.
Sofistler çoktan bankadan kredi çekmiş ve TOKİ'den ev satın almışlardı.
Hepsinin en lüks arabası vardı.
Ama Sokrates ve Platon toplu taşıma müdavimleriydi.
Ve pazardan en son çıkanlardı.
Kendi adına okul yaptırmadı.
Kendi adını taşıyan bir kitap bile basmadı.
Ama dünyanın en önemli felsefecisiydi.
Sokrates. Kendi içinde yaşayan ve doğrularını insanlarla paylaşmaktan korkmaya gözü pek bir adamdı.
Bazen kendisine kızıyorum. Keşke ideaları uğruna bu kadar idealist ve tutarlı olmasaydı keşke diye.
Keşke kara para aklasaydı.
Veya Platonla birlikte ortaklaşa bir dersane açıp insanlara özel ders karşılığında bilgi satsaydı.
Ne derece mutlu olabilirki toplu taşıma aracında.
Yada insanlara doğruları anlatmanın ne tür zevk alınacak bir tarafı var ki.
Cümleler ve kelimeler boyunca anlatsa bile bu onun sonunu değiştirmeyecekti.
Sokrates yine meydanda insanlara birşeyler anlatan o düz burunlu kısa boylu adam olacaktı.
Kendi içinde belirsizlikleri yokmuydu.
Elbette vardı.

Belki binanalar dikseydı Eski Yunan'da ve kaçak yapılaşma sektörünün lideri olsa 
çok zengin ve hatırı sayılır bir adam olabilirdi.
Ama eminim ki ben şuan onu buraya yazamazdım.
Benim zihnimde sofistler kadar yer kaplamayacaktı.

O bir karar verdi
ve bunu uyguladı.
Yaşasın Toplu Taşıma Araçları
ve Ezanlar..


19 Mayıs 2013 Pazar

Bir kadına şiirler okumanın büyüsü

Bizim mahallenin girişinde değişik desenlerde tabelalar var.
Bunun bir manası olduğu konusunda her gece kendime değişik tarzda sorular yöneltirim.
Baharlar gelmiştir. Kışlar kovalanmıştır. Şarkılar söylenmiştir.
Her defasında sözleri değiştirilmiş.
Varlığımın bu evrende kapladığı alan elbetteki önemsiz sayılabilecek ölçüde.
Ağlamak henüz ayıp sayılan bir eylem.
İçinde ''eylem'' geçen her cümle kendi sonunu hazırlayan birer sanık.
Üzülmek lüks 
Otobüsle seyahat etmek keza.

Caner abi var bizim muhitin sakinlerinden.
Ağlama duvarı mübarek.
Bir kadın uğruna kendi yaşından fazla türkü dinlemiştir.
Neşet Ertaş'ın öldüğü gün bir demlik çay içtiği söylenir.
Kırk gün sakalını traş etmemiş.
Kırk gün sadece Neşet Ertaş dinlemiş.
Hakkında yapılan dedikoduların haddi var.
Hesabı yok..

Bir kadına şiirler okumanın büyüsü
günümüz şartlarına ne derece adapte edilebilir ki.
Bir masanın etrafına oturtulmuş kadınlar düşünün.
Yanına kalem alsalar
bir miktarda kağıt mesela
ve sadece yazsalar.
Biraz anlaşılır olmaz mıydı
dünya ve masalar..

Bari sen yapma bunu.
Sahi masadan aldın mı
o kağıt parçasını..

Ölçü


Bir insanı sevmenin ölçüsü tayin edilebilirim mi.
Bir kadına ben seni aşırı derecede seviyorum demenin
dayanılmaz acısı taşınabilir mi
yürekte.
Bu o kadına yapılmış en büyük haksızlık değil midir.

Siz hiç bir kadını yarı yolda bıraktınız mı.
Bu bir manavı ne derece alakadar eder ki.
Siz bir manavın elmalarıyla ne derece ilgilisiniz.
Kendi boşluğunu başkalarının ceplerinden arta kalan yüzlerle doldurmanın ölçüsü tayin edilemez.

16 Mayıs 2013 Perşembe

Evli bir adamla aynı odayı paylaşmanın dezavantajları

Evli bir adamla aynı odayı paylaşmanın dezavantajları

Kamusal  mecrada kendime yer edinmem epey zor. Kendi haddimi bilmem konusunda okul müdürlerinden bu konuya ilişkin derin telkinler aldım. İçinde bulunduğum ruh halini de göz önünde bulundurursak insanı ihtiyaçlarımın karşılığı bu olmamalıydı. 
Ne derece merak uyandırsamda insanların gözünde ''herşey'' kelimesini cümle içinde nasıl kullanacağımı bilmiyorum.
Kafa karışıklığı ve son ödeme günü stresini bunun dışında tutuyorum.

İnsanın boş bulunduğu an'larla başlayalım.
Kız isteme merasimlerinde buna çoğu kez şahit oluyoruz.
Kız'ın babasıyla göz göze gelmemeye çalışan damat adayı çareyi çorabına bakmakla bulur.
Hayatında ilk defa farklı bir eylemde bulunmuştur.
Sorsan gururundan bunu kabul etmez.
Neyseki şahit oldum. Gözlerimle gördüm.
Baş parmağının boyutu hakkında akademik bir bilgiye sahip olmuştur ve
üstüne araştırmalar yapıp tez yazacak kıvama gelmiştir.
İnsanların derin hastalıklı hallerini anlamakta neden güçlük çekiyoruz.
Neden bir insan kendi çorabıyla bu kadar uzak bir ilişki içerisinde.

Muhalif düşünceler müthiş bir mücadele içerisindeler.
Kimisi insan öldürmenin derin hazzını iliklerine kadar hissetmek isterken
kimisi annesiyle ilişkilerini yola koymak için fırsat bekler.
Sanırım anneler günü bunun için var.
Belkide yoktur.

Alternatif dünya kurma girişimlerim yüksek maliyet gerekçesiyle
karar merciiler tarafından olumsuz karşılandı.
Gerekçe olarak bana yüksek maliyetin yanında ''hayali'' yanıtının verilmesi 
asil incitici olan.
Siz insanoğlu ve diğerleri hakkınızda bir takım yargılarda bulunmak epey kolay
bunun farkındayım.
Farkındalık mevzusunda sizinle boy ölçüşemem 
keza iliklerinizde kan akıyor.

Bir çorabın 
bir parmağın
ve muhalif düşüncelerin
asıl mecrası küçük bir ekran olsa
belki bir kağıtta yazsa
sıkıntılar bir mühlet 
bir çocuğun uykudan uyanması olur sanırım.


7 Mayıs 2013 Salı

Aruk Eliha'nın gurbet macerasından bir kesit.

Aruk Eliha.

Sevdiği kadın uğruna gurbete gitmek gibi çılgın fikirleri olan para biriktiremeyen nev-i şahsına münhasır bir Anadolu insanı Aruk Eliha..Babasıyla geçirdiği 24 kocaman senenin ardından bir takım kararlar almış.Zaman tüketme konusunda profesyonel manada çalışan bir emekçi. Kendine ait besteleri bulunan.Şiirler yazan. Karakteri karışık. Üstüne üsttük ispanyol paça pantolonlarıyla başı dertte bir kişilik. Adli sicil kaydı bulunmaz. Akıl fikir sahibi bir insan. Bir karıncayı incitmek gibi niyeti olmadı hiçbir zaman..
Babasıyla belki ilk defa bazı konularda çatışacaktı. Gitmek istiyordu. İspanyol paça pantolonuyla Avrupa'yı titretmek istiyordu. Babası tamda bu noktada kuşkuluydu işte. Kendi dünyasında yaşamış bir genci Avrupa'nın ortasında bir başına salmak tabiri caizse kuşu kurda emanet etmekle eşdeğerdi.
Israrcıydı. İstekliydi. En sonunda babasını ikna etmeyi başardı. İkna etmek sayılmaz aslında. Babası ısrarı karşısında pes etmişti. Endişeliydi. Bir o kadarda korkuyordu.
30 Nisan 1982 günü öğleden sonra güneş tam tepedekyen yola çıktı Aruk Eliha.

Yüreğinde kuşlar vardı.
Sorular bir çok. 
Alışılmadık sahneler alakasız adamlarla can bulur.
Göz bebekleri aniden büyür.
Saattin geç saatlerinde münasebetsizce kapınız çalar.
Bir gün babasına kıldığı namazın manasını sormuştu. Dua'ların manasını biliyormusun baba.
Mensubu olduğun din'i hiç sorguladın mı.
Babası şöyle demişti.;
Evlat bizim dinimiz mantık dini değildir.
Bizim dinimiz nakil dinidir.
Bu sebepten sorgulamayız.
Aldığı yanıt karşısında kalesini terk eden kaleci misali kenara çekildi.
Atılan gollerin bir manası yoktu.
Sebepler sıraladı kendince 
yaşamını,varlığını özümsedi.
O günden sonra babasına pek soru sormadı. Bayramlarda el öpüp rıza alması yetti.

Aruk Eliha.
Uzun ve yorucu bir yolculuğun ardında kendisini gurbette buldu.
Bir tanıdığı vasıtasıyla inşaat işinde çalışmaya başladı.
Günler hızlıca birbirini kovalamaya başlamıştı artık.
Artık beste yapıp şiir yazamıyordu. Kolunun ağrısından hemen uyumak istiyordu. Gurbet gözünde bir an'da küçülmüştü. Buna hasrette eklenince akşamları zor eder hale gelmişti.
Bir mühlet sonra işinden ayrıldı ve kendisiyle daha vakit geçirebileceği bir iş aramaya koyuldu.
O arada tanıştığı bir kadınla yakınlaşmıştı.
Adı Weronika'ydı. 
Dilini bilmiyordu.
Zamanla anlaşmaya ve dil öğrenmeye başladı. Zor olsada bunu başardı. Çünkü aşık olmuştu.
Weronika'yla geçirdiği her saniye çok değerliydi.
Yeniden beste yapmaya ve şiirler yazmaya başlamıştı.
Kendisine vakit ayırabileceği bir iş'te bulmuştu.
Artık gurbetin sınırları genişlemişti ve kader yüzüne gülmüştü.
Yine sıradan bir günün ertesi Weronika kendisini yemeğe davet etmişti.
Ailesiyle tanıştıracaktı. Aruk çok heyecanlıydı. En beğendiği pantolonu giyip gri gömleğiyle yola koyuldu. Alnında soğuk terler vardı. Çiçekçiden bir demet papatya aldı. 
Weronika çiçek sevmezdi ama olsun.
Kendisini Weronika'nın babasının karşısında kanepe koltukta otururken buldu.
Göz göze gelmekten çekiniyordu.
Bu durum Weronika'nın babasının hoşuna gitmişti.
Gülümsüyordu.
Weronika ipek komidinin yanında öylece duruyordu.
Belli belirsiz etrafına bakınıyordu.
Kulağı çınlıyordu.

Aruk Eliha'nın gurbet macerasından bir kesit.